GÖM



    Para ne kadar her şeyi örtüyorsa, parasızlıkta o kadar her şeyi gömüyordu. Ya toprağa ya da
kalplere. İşte öyle bir coğrafyada doğmuştu. "Coğrafya kaderdir" sözünden henüz haberi yoktu.
Ama olacaktı. Sevdiklerini parasızlık yüzünden hatta para yüzünden bir bir toprağa koydukça
anlayacaktı. Sırf doğduğu coğrafya yüzünden yaşadığı kadersizliğini öğrenecekti elbette.

 Gerçeklerle yüzleşmekten mi korkuyordu? Aksine, gerçeklerle yüz göz olmaktan korkuyordu.
Bütün bunlarla daha fazla yüz yüze gelmekti korktuğu. Hayatının bir parçası olmasından.

Kanıksamasından. Alışkanlık haline gelmesinden korkuyordu. Bütün korkuları bir bir başına
gelecekti. Kader, onun için ağlarını örmüyor, çelikten ince ince, sapasağlam zincirler
işliyordu. Ayaklarına prangalar, ellerine kelepçeler armağan edecekti kaderi ona. Hayır,
hapse düşmeyecekti. Ömrü boyunca beyninin içinde ki zindanda yaşamakla cezalandırılmıştı.

   Parasızlık yüzünden hastaneye götüremedikleri için henüz yirmi günlükken ağabeyinin
öldüğünü de çok sonra öğrenecekti. Tıpkı, İstanbul'a okumaya giden ağabeyinin yine  
para yüzünden işlemediği bir cinayeti üstlendiğini ve yıllarca hapis yatacağını sonradan
öğrendiği gibi. İki ağabeyi olduğu gerçeği, aslında şu anda hayatında ağabey diyeceği,
güvenip sırtını yaslayabileceği ağabeyi olmadığı gerçeğinden daha gerçek geliyordu ona.

   Hayatında ki gerçekler ile doğrular birbirine karışıyordu. Evet iki ağabeyi vardı,
doğru. Ama gerçekler kendisinin inandığı gibi olsun istiyordu. Bebekliğinde ve çocukluğun-
da doğru dürüst oyun bile oynayamadan büyümüştü. Oynayamadığı oyunlar yerine bu inandığı
doğruları koymak istiyordu. Kendi bildiği ve inandığı doğrularını, kimselere anlatmak
zorunda da değildi üstelik. O da anlatmamayı ve ölümüne susmayı seçti. Sustuğu zaman öyle
susuyordu ki bu suskunluğu günleri, haftaları buluyordu. Sustuğu kadarda düşünüyordu. Olanı
biteni, olabilecek olanları, olmamış olanların nedenlerini, ne içinlerini, olması gerekenleri,
olduramadıklarını. Küçük yaşına ve ufak cüssesine göre bir insan beyninin düşünse de içinden
çıkamayacağı ne varsa düşünüp duruyordu. Düşündüklerinin yükü altında ezildikçe ağlama nöbetle-
rine tutuluyordu. Düşünceleri arasında bir an olsun çıkış yolu bulur gibi olunca da gözlerinde
anlık bir ışık yanıp sönüyor, dudağının kenarında belli belirsiz bir tebessüm beliriveriyordu.

                                                                                                                         Vacip ÖRGER

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİTAP

Beyaz Karanlıkta Bir Düşü Yazmak...