UÇURUM
Gitmek mi, yoksa tamamıyla bağlanıp kalmak mı?
Her şeyi olduğu gibi kabul etmek mi? Getirdiği her şeyi kabul edip, getirecek
olduklarına da hazırlıklı olmak mı gerekiyordu hayatın? Belki de bütün bunları
en düşünülmeyecek yerde bir çırpıda aklından geçiriverdi. Onu, bu uçurumun
dibine ne getirmişti. Bunu kendisi de bilmiyordu. Bildiği tek şey saatlerce hiçbir
şey düşünmeden sadece arabayı sürdüğüydü. Öylesine dalgın kullanmıştı ki
arabayı, kendisini yerinden sıçratan karşı yönden gelmekte olan kamyonun acı
kornasıyla hayatla ölüm arasındaki ince çizgiden, son anda yaptığı bir
refleksle hayat tarafına geçmeyi başarmıştı. Her şey öylesine kısa bir zaman
diliminde olup bitmişti ki, arabasını yolun kenarına çekip durduğunda birkaç
saniye önce kendisini altına almak üzere olan kamyon şoförünün sinirli el
hareketlerini ancak fark edebilmişti, kafasını yasladığı arabasının koltuğundan
dikiz aynasına baktığında. Ortalık bir anda toz duman içinde kalmıştı. Kamyonun
oldukça gürültülü bir motor sesi çıkartarak uzaklaştığını gördüğünde
rahatlamıştı ve en önemlisi hala hayattaydı. Azrail ona bir oyun oynamıştı, bir
pusu kurmuştu. Kendisine bir kamyon sürücüsü kılığında görünmüştü. Ama onu
öldürmeyi başaramamıştı. Kazanmıştı bu oyunu. Azraili yenmişti. “Oyunu ben
kazandım. Yendim onu. Ben kazandım. Oyunu ben kazandım.” Kendi kendisine,
gittikçe yükselen bir ses tonuyla tekrar ediyordu bu cümleleri. Her seferinde
ses tonunu daha da arttırarak. Onun bu halini biri görecek olsa deli olduğunu
düşünebilirdi. Neyse ki arabasını kenara çekip durdurduğu yol bomboştu. Çok
uzun aralıklarla geçen bir iki araba dışında her iki yanında ağaçlarla dizili
olan gri bir şeritti yol. Kıvrılarak uzayıp giden gri bir nehri andırıyordu
adeta yol. Saatler boyu sürmüştü arabayı. Nereye gittiğini düşünmeden sadece
sürmüştü. Nerede olduğunu bile bilmeden ve bunu düşünmeden yaptığı eylem bir
süre sonra onu şehrin dışında ki tenha bir yola çıkartmıştı. Ne ne kadar yol
gittiğinin farkındaydı ne de nerede olduğunun. İstese hemen şuracıktan dönüp
evine gidebileceğini düşünüyordu. Ama artık bunu yapamazdı. Evinden, bir daha
dönmemek üzere karar verdiğinde, evinin yedeği olmayan anahtarlarıyla evinin
kapısını son kez kilitlemiş ve apartman kapısından çıktığındaysa da henüz
apartmanlarının önünden uzaklaşmakta olan çöp arabasının içine fırlatıvermişti
anahtarlarını. Bunu yaparken, çöp arabasının arkasında asılmış duran iki
çöpçünün şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Bir çırpıda, birkaç anahtarın
bulunduğu anahtarlığını atıvermişti çöp kamyonunun içine. Çöpçülerin garipseyen
bakışlarına, kendinden emin bir gülümsemeyle cevap verip arabasına doğru
adımlarını sıklaştırdı. Elini ceketinin cebine atıp arabasının anahtarını
çıkarttı. Acaba az önce çöp arabasına attığı anahtarların arabasının anahtarı
olup olmadığını bir an aklından geçirdiyse de bu kıyaslamanın anlamsız olduğunu
düşünüp tebessüm ederken çoktan arabasına binip kontağı çevirmişti bile.
Kontağı çevirmesiyle başlayan motor sesi bütün düşüncelerini bir anda
dağıtıvermişti.
Ne zaman rüyasında, uçurumdan düştüğünü görse
gözlerini açar ve bunun sadece bir rüyadan ibaret olduğunu anlar, derin bir
nefes alıp rahatlardı. Oysa şimdi gerçekten de uçurumun başındaydı ve gözlerini
açmasıyla geçip gidecek bir kabusa benzemiyordu. Hakikatin ta kendisiydi. Ama
tıpkı rüyasında ansızın sıçradığında olduğu gibi ter basmıştı bütün vücudunu.
Alnından aşağıya süzülen terleri, yer çekimine inat esen sert rüzgar alıp
savuruyordu.
Sahi, neydi onu bu uçurumun başına getiren?
Çocukluğundan beri bir türlü yenememişti yükseklik korkusunu. Şimdi tam da
burada, uçurumun başındayken yine nüksetmişti işte yükseklik korkusu. Diz
kapaklarından ayaklarına inen titremeyi hissetti. Demek böyle bir şeydi ölüm
korkusu. Hayatı, gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyordu. Tıpkı
ayaklarının altında ki uçurumun dibinde kayalara çarpa çarpa yolunu bulup akıp
giden nehir gibi. Gençliği de öyle akıp gitmişti işte. Oysa ne hayalleri vardı
o yıllarda, tüm yenilmişliğine rağmen. Film şeridi, ömrünün en can alıcı
karesine gelip durdu. On sene öncesine gitti. Belki de ömrünü bu uçurumun
kenarına getirip zapteden, çaresiz bırakan. Korkudan dizlerini titreten. Ona yıllardır
unutmaya yüz tuttuğu yükseklik korkusunu en ciddi haliyle tekrardan hatırlatan.
Bütün bu yaşadıklarının başlangıcı kabul ettiği gençlik yıllarına.
Vacip
ÖRGER
Yorumlar
Yorum Gönder